Cuma, Ağustos 05, 2011

olricsiz günüm geçmiyor monşer

-Anlıyor musun Olric?

-Anlıyorum efendimiz.

-Anlamasan da olur. Kimse anlamasa da olur. Gerçek hürriyet budur Olric. Ben anlıyorum.

Anlatamasam da olur."

Perşembe, Şubat 19, 2009

ne ki bu?


"kendi yıkımını hazırlayan insan kendini yabancılaşmış, sapına kadar yalnız hisseder. toplumun dışındadır. kendi kendine şöyle der: "deliriyorum galiba". anlamadığı şudur: toplum da tıpkı kendisi gibi büyük zarar ve felaketlerden karlı çıkar. bu savaşlar, kıtlıklar, su baskınları ve depremler çok belirli gereksinimleri karşılarlar. insanlar kaos ister.(bu kisimda bidona benzin doldurur) doğrusu buna geresinimleri de vardır. durgunluklar, çatışmalar, halk hareketleri, cinayet, hepsi korkunç. ölüm ve yıkımın yarattığı bu karşı konulmaz orji durumunun içine çekilmişiz neredeyse. hepsi içimizde. içinde olmaktan zevk alıyoruz. tabii ki medya tüm bunlara üzgün bir yüz takınır, bunu, onları büyük insan trajedileri kılıfına sokarak yapar. ama hepimiz medyanın işlevini biliyoruz, dünyadaki kötülükleri yoketmeye çalışmaz, onun görevi bu kötülükleri kabul etmemizi ve onlarla birlikte yaşamamızı sağlamaktır. iktidarın bizden istediği edilgin gözlemciler olmamızdır. kibritin var mı? ve onlar bize başka bir seçenek vermezler. arada sırada bütünüyle simgesel değerde bir katılım eylemi olan oy vermenin dışında tabii. sağcı bir kukla mı yoksa solcu bir kukla mı olmak istersin? galiba şimdi sosyopolitik ve bilimsel modellere ilişkin yetersizliklerimi ve hoşnutsuzluklarımı yansıtmanın tam sırası. bırak duyulsun sessizliğim.(ve kendini yakiyor)"


"bir keresinde bir arkadaşım şunu söylemişti: yapacağın en kötü hata hayatın bekleme odasında gerçekten de uyuyorken yaşadığını düşünmektir. kurnazlık, senin uyanıkkenki akıl yeteneklerinle düşlerindeki sonsuz olanakları birleştirmektir. eğer bunu yapabilirsen herşeyi yapabilirsin.
hiç nefret ettiğin ve gerçekten de sıkı çalıştığın bir işin oldu mu? uzun, sıkı bir çalışma günü. sonunda evine gidersin yatarsın, gözlerini yumarsın. ve birden kalkar ve farkına varırsın ki o gün boyu çalışma sadece bir rüyaymış. içine uyandığın hayatı asgari ücrete satmak yeterince kötüyken, şimdi bir de rüyalarını bedavaya alırlar."


herbir dialogu ve monologu ruya gibi olan bu muhtesem filmin her satirini hatta senaryosunu buraya aktarmak isterdim ama yapmayacagim.dua edin de sizlerin de hayatina girsin.biraz sarsilir kendinize gelirsiniz belki.

Cuma, Şubat 13, 2009


hic tanimadigim bir kiz,bana hic yabanci olmayan bir comertlikle 'tanrilar okulu' adinda bir kitap onermisti bir zamanlar.bu kitabin hayatina tam ihtiyaci olan bir zamanda girdigini ve benim de o anda ona ihtiyacim oldugunu hissettigini soylemisti.kitapla ilgili o gun bir arastirmaya giristim.okuyan kisilerin de gercekten ihtiyaclari olan donemde karsilarina cikmis ve yuce anlamlar edinmis bu kitap.ertesi gun hemen almistim.hala okumadim.hayatima girmesi icin dogru andi belki ama ben o kitap icin dogru kisimiydim bilemiyordum.ama yeniden gundemime geldigine gore yaklasiyorum ona sanirim.gundemime gelmesinde rol oynayan da yine bu kiz.simdi de ben onun bir isarete bir aydinliga bir umuda bir guzellige ihtiyaci oldugunu hissediyorum.tanimasam da sevdigim bu kiza karsi borclu hissediyorum.bundan ziyade mat bir ruhu olmadigina olan inancim yuzunden parlakligini yitirir korkusuyla sorumluluk hissediyorum.o nedenle bugun bu sonsuz yorgunluguma(gecirdigim uykusuz ve surekli ayakta gunler gecelerden sonra sizlayan ayaklarimi masaya uzatmis goz kapaklarimi kirmizilasmis gozlerimi kapatmamaya zorlarken ve su siralar ardarda gelen tum olumsuzluklarima ragmen sanki benim yardima ihtiyacim yokmus gibi:)gerci bir sekilde hayatimda olan insanlarin mutlulugunun beni de etkileyecek bana da yansiyacak olmasi dusuncesi midir bana bunlari yaptiran.bu da bencilliktir belki.)ragmen hakkinda bir arastirmaya giristim.aradigim bilgilere ulasmanin yanisira baska birseye daha ulastim.'curumenin kitabi'.muhtemelen tanrilar okulu sag taraftaki melekse curumenin kitabi da solumdaki seytandir.cunku emil michel cioran bu kitabı yazdığında aldığı ilk eleştiri şuymus: cioran bey siz farkında değilsiniz ama bu kitap gençlerinde eline geçebilir!!alin iste sertligine dair kanit:

-"... İçimizdeki peygamber, bizi kendi boşluğumuzda ihya eden deli tarafımızdır... ... Vaktiyle bir "benliğim" vardı; artık sadece bir nesneyim. Yalnızlığın bütün uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucuları bana benliğimi unutturamayacak kadar hafiftiler. İçimdek peygamberi öldürmüş olduğuma göre, nasıl olur da insanlar arasında hala bir yerim olabilir ki?"

-"... Melankoli egoizmin düş halidir. ... Kendini yozlaştıranla beslenerek, kulağa hoş gelen isminin ardında, Mağlubiyet'in Kibri'ni ve Kendine Acıma'yı gizler..."

-'.. en derinlerimizde, butun diger kesinliklerden ustun bir kesinligi muhafaza edelim: hayatin anlami yoktur, olamaz. ongormedigimiz bir vahiyle bunun aksine kanaat getirseydik, kendimizi hemen o anda oldurmemiz gerekirdi. hava bir kaybolsa hala soluk alirdik; ama yararsizligin sevinci elimizden alinsa hemen soluksuz kalirdik .. '

simdilik bu konuyu kapatiyorum.geri dondum.

Perşembe, Nisan 10, 2008

holden




**bisikleti ısırır,elmaya binersem farkı o zaman anlarım.
***bu yatakta donup duran,üzerinde kara bir bulut dolasan kadın,güneşini bulucaktır yakında.biliyorum.

Cuma, Mart 14, 2008

i'm in love with your brother :/

gustave flaubert,madame bovary'sinde "gercek şu ki ruhun doluluğu bazen dilin mutlak yavanlığı halinde taşabilir,çünkü hiçbirimiz ihtiyaçlarimizın ya da düşüncelerimizin ya da kederlerimizin tam ölçüsünü hiçbir zaman ifade edemeyiz ve insan konuşması,biz yıldızları eritecek bir müzik yapmayı özlerken,ayıların dansetmesi için üzerinde kaba vuruşlarla tempo tuttuğumuz çatlak bir dümbeleğe benzer." diye haykırmış mıdır?olabilir.o zaman sahip olduğum kısıtlı kelimelerle kendimi anlatmaya kasmak yerine neleri açığa vuracağım konusunda seçici davranarak içimdeki karmaşıklığı kısmen de olsa bir kliple aktarmaya çalışayım.bu öyle bir klip ki titizlikle incelenmesi gerekiyor.her detayının.anlayabilene bravo.ayrıca heryerde muntazamca yüzünü gizlemiş olan-gerek maskelerle gerekse flu konser kayıtlarıyla-karin dreijer'in açık verdiği kliptir ki her insanın bazen bulunmaya ihtiyacı olduğunu gösterebilir.

Perşembe, Ocak 17, 2008

küçük kara balık


Oysa küçük kara balık hasta değildi, onun bambaşka bir derdi vardı.

Bir sabah erkenden, daha gün doğmadan, küçük kara balık annesini uyandırdı:

"Anneciğim, seninle konuşmalıyım" dedi.

Annesi, uyku sersemliği içinde:

"Acelen ne sevgili yavrum?" diye sordu "Önce sabah gezintimizi yapalım, sonra konuşuruz."

"Olmaz anne, artık ben bu gezintilere çıkmak istemiyorum. Buralardan gideceğim."

"Sabahın bu erken saatinde nereye gideceksin yavrum?"

"Bu derenin bittiği yeri merak ediyorum" diye karşılık verdi. "Ah anne, bu soru beni aylardır düşündürüyor. Derenin nerede bittiğini öğrenmem gerek. Bugüne kadar bu soruya bir karşılık bulamadım. Geceleri gözüme uyku girmiyor. Sürekli bunu düşünüyorum. Kararımı verdim anne, gidip derenin nerede bittiğini öğreneceğim. Orada neler var, başka yerlerde neler var, görmek bilmek istiyorum."

*the little black fish by samad behrangi

Perşembe, Ocak 10, 2008

wc



kardeşim bu fotoğrafı gördüğünde "herkes tuvaleti hüzünle özdeşleştiriyor.benimse en mutlu olduğum yer" deyip son noktayı koymuştu.=)

Çarşamba, Ocak 09, 2008

hello my love...



...it's getting cold on this island
i'm sad alone
i'm so sad on my own
the truth is
we were much too young
now i'm looking for you
or anyone like you ...